Çalakalem

Çalakalem
"Şampiyon" a selam olsun

10 Ekim 2015 Cumartesi

Şimdi söz bizde : CEHENNEM SOĞUYANA KADAR AF YOK !!



Bugün 9 Ekim 2015

Tarihi bir gün..

3 Temmuz 2011 günü başlayan ve yakın tarihin en acımasız iftiralarının atıldığı, en vahşi saldırıların yapıldığı, bütün yönleriyle en basit iddiaların en gerçekçiymiş gibi lanse edilerek, her türlü itibarsızlaştırmanın, karalamanın, iftiranın, dökülen gözyaşlarının, çekilen çilelerin, dahası çalılan yılların hukuk nezdinde iade edildiği gün..

2011 sezonunun bütün haftalarında tribünde olan birisi olarak, 3 Temmuz sabahı o meş'um haberi aldığımda ya kendimden şüphe duymuştum, ya da bu iftirayı atanların insanlıklarından..

Çünkü o tarihi sezonun bütün haftalarında, özellikle 18.haftadan sonraki 17 haftada ne ıstıraplar çektiğimizi, bir kornerin, bir taç atışının, bir faul atışının bile heyecanını bütün statla birlikte yaşamış ve son dakikaya kadar tırnaklarımız kemirmiştik adeta..

Hele Gaziantepspor maçını hiçbir Fenerbahçeli unutamaz..

Hüseyin Göçek'in 3 penaltıyı vermediği, 2 kırmızı kartı atladığı o haftanın 95.dakikasında gelen Andre Santos golü sonrası tribünde yaşananlar, eminim ki o maçı canlı olarak statta izleyen herkesin hatıralarındadır, hafızalarındadır..

İşte böylesine çileli ve zor geçen sezonun ardından, analarının ak sütü gibi gelen şampiyonluk sonrası, daha kutlamalar sona ermemişken ortaya çıkan çakal ve sırtlan sürüsü, bugün hepsi ya bir delikte, ya da kaçtıkları ülkelerden Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe davasının kutluluğunu, haklılığını utanmadan, sıkılmadan izliyorlar, çevrelerine "nasıl çaldık bunların 4 yılını ve milyonlarca euro parasını" şeklinde sırıtıyorlar..

Aziz Yıldırım ve arkadaşlarının gözaltına alındıkları günün hemen akabinde "Bu ateş üfleyerek sönmez" derken aslında ateşe "bidon bidon benzin taşıyanlar" da bugün "çaldıkları 2 kupanın" hesabını vicdanlarında yapıyorlar..

Tabi ki vicdanları varsa..

10 Temmuz 2011 sabahı Düzce Topuk Yaylası Tesisleri'ne giderek akın akın sevdasının peşinden, haklı davalarını gür bir sesle haykıran o onbinler, bugün alınan beraat kararının da en büyük müsebbididir..

O onbinler olmasaydı eğer, Fenerbahçe bugün çoktan tarumar edilmişti..

Bunu biz söylemiyoruz, davanın bizzat savcısı Mehmet Berk, yıllar sonra itiraf etmemiş miydi? 

"Biz 2-3 ay sürecek bir dava sandık ama yanılmışız" sözlerindeki itiraf, aslında Fenerbahçe camiasının etle tırnak gibi birbirine kenetlendiğini, bütün iç sorunlarını bir tarafa bırakarak haklılıklarını bütün platformlarda, her türlü vahşete rağmen savunmalarının ne denli bir büyük güç olduğunu bütün dost ve düşmana göstermişti her anıyla..

Çağlayan'da yapılan duruşmalarda onbinlerce insan, saatlerce yağmurun altında, soğukta beklediler..

Çevik Kuvvet polislerinin panzerleri önüne kendilerini attılar..

Biber gazlarını bütün ciğerlerine kadar çektiler, yaşlı-çoluk-çocuk, kadın erkek..

Hep bir ağızdan haykırdılar..

"Cemaatin piçleri, yıldıramaz bizleri" diye..


Yılmadılar da..

Ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı bile yıllar yıllar sonra "Biz aldatıldık bu yapı tarafından" derken aslında Fenerbahçe'ye yapılan haksızlığı da bir anlamda deklare ettiler toplum önünde..

Ama bu vahşi ve skandal karar sonrası ellerini oğuşturarak pusuda bekleyenler ise, Fenerbahçe'nin özellikle maddi anlamda güçsüz kalmasına zemin hazırladılar, sebebi oldular..

Borsada kaybedilen milyonlarca değerindeki hisse senetleriyle birlikte, özellikle TFF ve Şampiyonlar Ligi gelirleri, hakları olmadan kasalarına giren sırtlanlara gitti.

Fenerbahçe taraftarı ise bütün bu vahşi saldırılara karşı dik durdu, asla eğilmedi, pes etmedi..

Her platformda haklılıklarını en gür ses ile haykırdılar..

Silivri'ye gittiler 14 Şubat 2012 sabahı, bir sevgililer gününde..

Sabahın o saatinde onbinlerce insan, yüzlerce otobüsle Silivri'de Başkanları ve Fenerbahçe davalarını yanlız bırakmamak adına yollara düştüler..



Yetmedi, bu ülkenin polisi ile, askeri ile karşı karşıya geldiler, getirildiler..

Çünkü, ortam bunu gerektiriyordu, zemin hazırlanmıştı..

Ekranlarda zırlayanlar, meydanlarda hırlayanlar, sokaklarda dırlayanlar..

Hepsi ama hepsi topyekun bir şekilde Fenerbahçe'ye saldırıyorlardı dört bir koldan..


12 Mayıs 2012 akşamı Saraçoğlu'nda yine bu tahrik ve iftiraların sonucu olarak, binlerce insan polisin saldırısına maruz kaldı, ciğerlerine kadar gaz çekti, saatlerce statta mahsur kalırken dışarıda ise onbinlerce insan darp edildi gecenin bir yarısına kadar..

Ülkede canlı canlı bu infazlar yaşanırken, o dönemin Başbakanı ise bir başka takıma "illa da kupa vereceksiniz" talimatını veriyordu ilin valisine, emniyet müdürüne..







Yukarıda görülen resimler, 12 Mayıs 2012 de Saraçoğlu'da yaşanan vahşetin birer hatırlatması..

İşte bütün bu çilelere, bütün bu gözyaşlarına Fenerbahçe taraftarı göğüs gerdi, her ortamda haykırdı haklılığını..

Çağlayan'da, Metris'te, Silivri'de.. 

Ve nihayet "surda bir gedik açılmıştı, mukaddes mi mukaddes."

25 Şubat 2012 günü Asbaşkanlardan Şekip Mosturoğlu tahliye edilmişti..

02 Temmuz 2012 günü ise Aziz Yıldırım..


Gün geldi Kadıköy'de yüzbinlerle yürüyüş düzenlendi, gün geldi "Adalete Fener Yak" kampanyalarıyla imzalar toplanarak yeniden yargılanma talep edildi Ali Koç önderliğinde..

Önce Caddebostan'da, sonra Anıtkabir'de yine yüzbinlerce Fenerbahçeli, yılmadan bir kez daha haykırdı sevdalarını, haklılıklarını..

İlmik ilmik işlendi bu davanın haklılığı..

Bütün kör gözlere inat, sağır kulaklara inat, mühürlü kalplere inat şekilde hem de..

Yılmadan, bıkmadan, usanmadan..

"Ekmeğinizi Fener mi veriyor?" sorularının muhatabı olan birçok insan, o dönemde belki de Fenerbahçe'nin peşinden organizasyonlara gitti diye işinden oldu..

Ama bu insanların inandıkları birşey vardı..

O da, "Fenerbahçe, analarının ak sütü gibi tertemizdi, lekesizdi.."

Fenerbahçe'nin bu kutlu davasındaki çileli yürüyüşüne, yaşına bakmadan  yüzbinler, milyonlar omuz verdi, ses oldu..

Ocak 2014 te ise Yargıtay'ın "Aziz Yıldırım'ın tahliye kararını bozması ve yeniden infaz edilmesi" yönündeki kararı geldi.

13 Ocak 2014 akşam saatlerinde açıklanan bu karar sonrası, tatil için Fransa'da bulunan Aziz Yıldırım hakkında hemen yeni senaryolar üretilmeye başlandı ülke ekranlarında..

"Aziz Yıldırım, alınacak karardan haberi olduğu için önceden yurtdışına çıktı ve gelmeyecek, kaçtı" iftiraları birkez daha atıldı..

Ama Aziz Yıldırım, hemen bu dedidokuduları yalanladı..

"Geliyorum" mesajını büyük bir vakurlukla verdi bu cephenin suratına suratına..

Ama onların utanacak suratları yoktu..

Gecenin 1 inde, yüzbinlerce insan karşıladı Aziz Yıldırım'ı Sabiha Gökçen'de..



Saatlerce süren Sabiha Gökçen'deki bekleyişin sonrasında, gecenin 3 ünde ise Bağdat Caddesi'nde Aziz Yıldırım ile birlikte onbinlerce insan, sistemden ve onun "emirerlerinden" korkmadıklarını yeniden haykırdılar, karanlığın içine içine..

Zorlu ve meşakketli geçen ülke gündeminde Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe davası, önemini korurken bir yandan da bu ülkede 17 ve 25 Aralık devreleri yaşanıyordu..

Yıllardan beri devletin bütün kadro ve bölümlerinde kümelenen malum zihniyet ile birlikte temsilcileri, artık yavaş yavaş deşifre olmuş, iktidar ile ters düşmüşlerdi..

Aziz Yıldırım'ın daha ilk duruşmada söylediği o tarihi sözü "Ne şikesi kardeşim, memleket elden gidiyor" sözünün doğruluğunu, maalesef ki bu ülkeyi yönetenler tam 3 yıl sonra teyit ve kabul ettiler..

Bir zamanlar meydanlarda "Trabzonsporun kupasını almak için ince ince çalışıyoruz" diyen Erdoğan Bayraktar ve mensubu olduğu siyasi partinin diğer bakanları, ne gariptir ki "yolsuzluk" dolayısıyla görevden el çektiriliyorlar, ama Yüce Divan'a ise gönderilmiyorlardı..



Elbette ki Aziz Yıldırım'a yapılanlar unutulmamıştı..

Kısacası "Öküz ölmüş, ortaklık bozulmuştu."

Cemaat ve hükumet arasındaki kavgada mağdur olan binlerce insan da haklarını yeniden aramaya başlamışlardı.

Öyle ki bu ülkenin Genelkurmay Başkanlığını yapmış bir kişinin bile "terör örgütü kurmak ve yönetme" iddiası ile cezaevinde yattığı 3 yılın hesabını, yine aynı şekilde Ergenekon, Balyoz, ODA TV ve daha nice diğer davalardaki mağdurların da haklarını arayabilecekleri günleri yaşıyordu Türkiye..

Bu kişilerin içerisinde Aziz Yıldırım ve 3 Temmuz mağdurları da olacaktı elbette ki..

Öyle de oldu..

Yeniden yargılanma ve Özel Yetkili Mahkemelerin lağvedilme kararının alındığı gün, aslında bir milattı..

Dönemin iddia makamındaki savcılarından Mehmet Berk, önce Küçükçekmece'ye, daha sonra da evine, Zekeriya Öz ise önce Bolu'ya, sonra da yurtdışına kaçmakta bulmuştu çareyi..

Ama, zamanında "delilleri karartma ihtimali var" iddiasıyla tam 1 yıl, hasta haliyle zindana tıktıkları Aziz Yıldırım, büyük bir gururla İstanbul sokaklarını arşınlarken, O'na bu zulmü reva görenler kaçmışlardı..

Kaderin garipliği de bu olsa gerek..

Yeniden yargılanmanın başlamasıyla birlikte, aslında ortaya konması gereken delillerin hepsinin birer palavra, gazete kupürü olduğu da ortaya çıkmıştı.

3 Temmuz döneminin TFF e yöneticilerinin, mahkemeye zorla getirilmesi kararı verilmişti..

Fenerbahçe'nin hakkı olmasına rağmen Şampiyonlar Ligi'ne göndermeyerek hem maddi hem de manevi yönden büyük zararlara uğramasına sebep olan, 1 yıl sonra ise Galatasaray'ın CEO'su görevine getirilen Lütfü Arıboğan'ın mahkemeye zorla getirilmesi de bu davanın unutulmaz anekdotları arasındadır..

3 Temmuz döneminde UEFA Genel Sekreteri'ne birifingler vererek Fenerbahçe'nin men edilmesine sebep olan Lütfü Arıboğan, ne gariptir ki 4 yıl sonra söylediklerini ve yaptıklarını inkar ederek, "aslında bu davada gerçekleşen bir şike olmadığını, kendisinin de gazete haberlerini dikkate aldığını" büyük bir pişkinlikle itiraf etmişti.

Ama olan, Fenerbahçe'nin çalınan yıllarına, leke sürülmek istenen mazisine, değer kaybeden maddi varlıklarına olmuştu..

3 Temmuz döneminde ekranlarında büyük bir pişkinlik ve aymazlıkla her akşam saatlerce canlı yayın yaparak Fenerbahçe'yi suçlayanlar ise, yine yıllar sonra aynı ekranlardan "Aslında Fenerbahçe'nin o dönemde önünü biz kestik, yoksa Galatasaray ile arasındaki uçurum açılacaktı" itirafını da hiç utanmadan yapacaklardı..




İşte bütün bu yaşananlarla birlikte, Türkiye'de görev yapan ve gerçekten vicdan sahibi olan hukuk mensubu insanlar da Aziz Yıldırım'a aslında büyük bir haksızlık yapıldığını, ortaya çıkan yeni bilgilerle birlikte bu haksızlığın giderilmesi gerektiğini de artık yüksek sesle dile getirmeye başlamışlardı..

Bugün mahkemenin verdiği beraat kararı, aslında sistemin kendisini inkar etmesiyle birlikte Fenerbahçe'nin haklılığını da ikrar etmesidir..

Ve bu beraat kararı, Fenerbahçe taraftarının camiasıyla birlikte tek vücut olmasının getirdiği bir sonuçtur, bir zaferdir..

Cemaat denilen olgunun bu devlet içerisinde yapılanmasına müsaade edenler, veya bu yapının kötü niyetli insanlar elinde oyuncak olmasına göz yuman, zamanında beraber aynı kulvarda at koşturmalarına rağmen, "çıkarlarının çakıştığı" anda ters düşmelerinden kaynaklanan kavgada telef olan, zarar gören masumların hesabını kim verecek şimdi?

Hani o "kısa çöpün uzun çöpten hakkını alacağı" o gün var ya..

İşte o gün, bütün Fenerbahçeliler haklarını alacaklardır, almak için sıraya gireceklerdir..

Bizler, o güne iman etmiş insalarız elhamdülillah..

Şimdi söz sırası bizde..

Ve de bu satırlar, Fenerbahçe Spor Kulübü Yönetim Kurulu'na..

3 Temmuz sürecinden bu güne kadar yaşanan bu vahşi ve planlı saldırılar karşısında yılmadan, geri adım atmadan, her türlü zorlamaya ve cepre karşı duran, sırasında jop yiyen, biber gazı yiyen, yaşlısı genci bütün taraftarlarıyla birlikte tek vücut olan Fenerbahçe camiasının haklarını korumak, artık sizin boynunuzun borcudur..

Namus borcunuzdur bu borç.

CAS davası sürecinde olduğu gibi "ülke menfaatleri gereği" eğer ki bu davanın tazmini konusunda geri adım atarsanız, bilesiniz ki bu ülkedeki bütün Fenerbahçelilerin iki eli, iki cihanda da iki yakanızda olacaktır.

Ve şunu asla unutmayın..

"Cehennem soğuyuncaya kadar af yok."



1 yorum: