Çalakalem

Çalakalem
"Şampiyon" a selam olsun

22 Ocak 2014 Çarşamba

"Hoşgeldin yiğidim"



Bir Temmuz sabahı başlamış sanıldı aslında herşey.

Düzmece raporlar, uyduruk belgeler, sonradan itiraf edilen “iftiralar” yapıştırılan yaftalar, akılalmaz uygulamalar, “bu da olur mu” dedirten açıklamalar ve beyanatlar,

Herşey ama herşey, bir rüyadan uyandırmıştı bir Temmuz sabahı Aziz Yıldırım ve bütün Fenerbahçelileri.
Bütün bu uygulamaların devamında geliştirilen “suç teknikleri” ve oluşturulan “örgütler” aslında uyduruk birer senaryodan ibaretti.

Tape tape dediler, kendi tapelerini görmezden geldiler.

Bizler o zaman “masumiyet karinesi” derken, onlar “o da ne ola ki?” dercesine müstehzi bakışlar ve küstah tavırlarla ekranlarda gerdan kırdılar.

Ama takdir-i ilahiye bakın ki 17 Aralık’tan sonra dillerine pelesenk ettiler bu masumiyet karinesini.
“Bakanlar” bakmayanlar, herkes tutturdu bir masumiyet karinesi diye.

Şimdilerde harıl harıl yasa değiştirmekle meşguller.

Onbilmem kaçyıldır, üstelik te haklarında ne ufak bir kovuşturma bile yokken, bunun iması bile yapılmamışken gittikleri ülkelerden, güzel ülkemi idare etme cihetine gidenler varken bu ülkede;

Yine açılan veya açılması muhtemel davalara muhatap olmamak için, göz göre göre veya gizliden, ihmaller neticesinde veya taammüden, şu veya bu yollardan ülke dışına çıkanlar varken bu ülkede;

Herşeyi bahane ederek sokağa çıkanların yaptığı nümayişlerde biat yeminleri edilirken, taptıkları ve tapındıkları liderlerinin ayak izlerine yüz sürenlerin olduğu, insanlığın birinci kuralının “dik durmak ve doğru bildiğinden ayrılmamak” yani “Emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker” daha da yani “İyiliği emredip kötülükten men etmek” olduğu ama bu gerçeğin sınırlarına bile ulaşamayan bir çoğunluğun yaşadığı bir ülkede;

Her türlü yolsuzluk ve hırsızlığın artık mübah sayıldığı, en ufak belediye ve devlet hizmetinde bile “bağış” adı altında milyonlarca liranın iç edildiği, ama buna karşılık ta her konu açıldığında “dürüstlerin efendisi” olan “zübükler” varken bu ülkede;

“Şeyh uçmaz mürid uçurur” gerçeğinden hareketle, “haşa” tapındıkları insanların yanlışlarını bile görmeyecek kadar gözleri kör, kalpleri mühürlü, kulakları gerçeğe karşı sağır, hülasa şeyhleri ne yaparlarsa yapsınlar sonsuz teslimiyet ile kendilerine biat eden milyonlar, saygın birer birey olarak anılırken bu ülkede;

Sen;

En tabi insanlık haklarından bile mahrum bırakıldın, mahkum edildin.

Gözaltına alındığın ilk gün, gözaltı evrağındaki ikamet adresine bile “cezaevi adresi” yazdılar.

“Gözaltı” resimlerini basan ve adına gazete denen parçalara, “yılın gazetecisi ve haberi ödülü” verdiler.
Sağlığın onlar için hiç mi hiç değerli değildi.

Ülkenin başına yıllardır bela olan terör illetinin başındakini bile en detaylı sağlık taramalarından geçirdiler ama sen mevzubahis olunca sana bütün imkanlar kapalıydı.

Elinde serum şişesiyle hastane hastane dolaştırdılar. Peşine de onlarca gazeteciyi taktılar.

Dahası da , gözaltı günlerinin ilk evresinde bir-kaç kare resim servis ettiler gazetelere.

“Evinde güya silah bulunmuştu.”

Ve bu silahlarla sana “çete reisi” dediler.

Önce “şikeden” gözaltına aldılar, sonra baktılar ki “şikenin cezası hafif” seni “örgütçülükten” yargıladılar.

O zamanlar senin davana bakan, yıllar sonra ise kendi başına gelen olaylar karşısında açıklama yapan savcının, kendisine atfedilen suç ve belgeler için “Ben, o belgelerin nasıl hazırlandığını gayet iyi biliyorum, bir fatura düzenlemek 2 dakika sürer.” açıklamasını bile görmezden geldiler.

Sesli düşünelim ve şeytanın avukatlığını yapalım.

Sana isnat edilen suçları delillendirmek adına ortaya konan tapeler, belgeler, evraklar da mı aynı Sn. Savcı’nın dediği gibi “2 dakikada hazırlandı?”

Veya bu belgeler de mi tıpkı Sn.Savcı’nın itiraz ettiği gibi “birileri” tarafından servis edildi?

Ez-cümle;

Tatilini geçirmek için gittiğin yurtdışından, hakkındaki mahkumiyet kararının onanmasını öğrenir öğrenmez ülkene dönmek için acele ettin, istesen izini bile bulamazlardı.

Tıpkı senden öncekilerin yaptığı gibi sen de bir ülkede, ömrünün geri kalanını bir elin yağda-bir elin balda geçirebilirdin.

İstesen, bütün teknikleri, bütün takipleri bir araya getirseler yine de seni bulamayabilirlerdi.

Hani “örgüt lideriydin” ya.

O yüzden karalıyoruz bunları.

Ülkenin Başbakanının bile “devlet içerisinde paralel devlet var” diyerek işaret ettiği korkunç tehlike bir kenarda dururken ve “Özel Yetkili Mahkemelerinin” kapatılarak aldıkları kararların tartışıldığı, yeniden yargılanmaların gündeme geldiği güzel ülkemde, senin cezanı aniden onaylayanlar, hangi yangından nasıl bir mal kaçırdıklarını da bu ülke insanına anlatmak zorundalar.

Sen bir siyasi değildin, olmadın da hiçbir zaman.

Ama buna rağmen ülkene döndüğün görüntüler için dünyanın en ünlü haber kanalları, yayınlarını kesti, senin dönüşünü canlı aktardı bütün dünyaya. Bir fenomen oldun onların gözünde de.

Görev yaptığın süre içerisinde dik durdun, eğilmedin, emir almadın, emir vermek isteyenlerle hep mücadele ettin Fenerbahçe ve inandığın değerler için.

İşte bu “dikbaşlılığın” yüzünden sevilmedin.

“Asi” idin.

Siyasi değildin ama istediğin zaman en ünlü siyasileri bile gölgede bırakacak şekilde “kalabalıkları” peşine taktın.

Mahkemelerinin olduğu günlerde binlerce insan, soğuk havaya rağmen Silivri’de, Çağlayan’da saatlerce nöbet tuttu, genç yaşlı, kadın-erkek cop yedi, gaz yedi, tazyikli su yedi.

Ama yılmadı.

Bildiği doğruları, bildiğin doğruları anlatmaya devam etti bu milyonlar.

Şimdi de yurtdışındayken hakkında verilen mahkumiyet kararının onanmasını bile büyük bir vakarla karşılayarak ülkene bir an önce dönmenin yollarını aradın.

Gecenin bir vakti, onbinlerce insan senin için geldiler havaalanına.

Sanki bir ülkenin başbakanı geliyordu. Ki o zamanlar bile istisna.

Sonra Pendik’ten Kadıköy’e uzanan büyük bir kesimde binlerce insan, sevgi gösteri ve gözyaşlarıyla, ama büyük bir gururla bağırlarına bastılar seni.

Haklarını yemediğin için, yedirmediğin için, onları satmadığın için hepsi sana son derece müteşekkir ve minnettar.

Başkaları ülkenin bir başka havaalanına indiği zaman yayınlarını keserek canlı yayına geçen ve adına televizyon denen, haberci denen zer ve zevatlar, ki kısacası biz onlara “zerzevat” diyoruz, sen bu ülkeye geldiğin zaman ve insanlar seni karşılamaya koştukları zaman yine aynı ekranlardan “efendim gecenin bu saatinde trafiği tıkamaya ne gerek var, senin 55.000 kişilik statın var, git orada yap mitingini, programını” diyecek kadar kişilik hak ve hürriyetlerine düşman, ağızlarından kin ve nefret kusmuklarını saçarak dolaştılar dün akşam kanal kanal.

Çekemediler senin büyük kitleleri peşine takarak gelmeni.

Çekemediler senin, “ben haklıyım” demeni.

Ve çekemediler senin “Hakkımızda ferman vermişler, kalem kırmışlar, yatmaya geldik” diye büyük bir gurur ve asaletle kendini yeniden dört duvar arasına girme isteğini.

Çünkü kendilerinin biat ettikleri kişiler, yıllardır bu ülkede “kaçak”

Bütün bu kaçaklara ve köçeklere inat;

“Hoşgeldin yiğidim gönüllere"

"Hoşgeldin yiğidim ülkene"

"Hoşgeldin yiğidim bağrımıza."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder