

"Hertha Berlin'de oynayan dönemin sağbek oyuncusu Malik Fathi'yi Arap sanan zihniyetten" Türkiye ne şartlarda ve nasıl kurtulduysa;
1990 yılında ilk defa geldiği Türkiye'de oynatmak istediği 3-5-2 sistemi, kadrodaki mevcut oyuncuların "sarkık libero" sistemine uygun olmaları ve bek oynayan futbolcuların da yetersiz olmaları nedeniyle ters tepince, 1 yıl önce PSV Eindhoven ile yaşadığı şampiyonluğu hemen unutup "hoca değil" diye damga vurduğumuz dönemdeki düşünce erozyonundan da kurtulmuşuzdur umarım ülke olarak.
1990 yılında oynatmak istediği 3-5-2 sistemini anlamayan "yurdum insanı" ne gariptir ki 2 yıl sonra Sepp Piontek'in ilk defa Türkiye'de oynattığı 3-5-2 sistemini görünce Piontek'in adete gökten zembille indiğine kanaat getirdiler.
Aradan geçen 20 yılda çok şey değişti dünyada olduğu gibi Türkiye'de de.
1995 te Parreira geldi mesela, sonra O'nunla birlikte "tandem ve alan savunması" geldi ülke futbolunun gündemine..
Sonra Fatih Terim, Parreira'dan "kaptığı" bu sistem ve "diğer sistemin" de desteği ile 4 yıl bu ülkede krallar gibi yaşadı. Halen de yaşıyor..
Bu süreçte neler olmadı ki?
Otel lobilerinde hakarete uğrayan gazeteciler, saha içerisinde adeta tekmelenircesine üzerine yürünülen FİFA kokartlı hakemler, "bıyıklarının ırzına geçilen" yazarlar, her maçtan sonra ülke insanı ve kamuoyuna "alınmadan verilen futbol dersleri" başta da söylediğimiz gibi Hertha Berlin'de oynayan özbe öz Türk çocuğu Malik Fathi'yi "Arap" zanneden zihniyet v.s. Hep bu süreçte yaşandı güzel ülkemde.
"Vatan,millet,Sakarya" zihniyetinin revaçta olduğu, "milli takım ruhu" üzerinde ülke insanının milliyetçiliğinin sorgulandığı yılları yaşadık hep birlikte.. "Kulüp takımlarının" lig maçları, "kafile uçaklarında" keyfi olarak "tek başına alınan Yönetim Kurulu kararları" ile ertelendi ileri tarihlere. Sabah uyandığımızda ağzımız açık okumuştuk gazeteleri.. Bunun yanında "bir başka kulüp takımı" mesela Trabzonspor'u deplasmanda 1-0 mağlup ettiği maçtan sonra bile İstanbul'daki "sahası kapatılacak" kadar "batıyordu birilerinin gözüne." Mesela bu ülke başbakanının "3 yılda" kazandığı "maaşın" "1 ayda" banka hesabına yattığını gördük. Veya göreve geldiği ilk gün Olimpiyat Evi'nde düzenlediği basın toplantısında "Hedefimiz, Türk Milli Takımı'na yeni isimleri kazandırmaktır" diyen ancak 15 gün sonraki Ukrayna maçında kadroda "bütün eski toprakları" toplayan, o maç yetmezmiş gibi sonraki maçta da aynı isimleri "unutmayan" halbuki bu ülkede gerçekten kabiliyetli bir çok futbolcunun da geleceğini "unutan" bir durumla karşı karşıya geldik. Hülasa biz çok şeyler gördük, yaşadık geçtiğimiz 15 yılda.. Ve de bu yaşanılanları unutmadık, unutmamız da mümkün değil.
İşte şimdi "sabık" teknik direktörün yerinde, ilk denemesinde bu ülkeden hiç te hoş anılarla ayrılmayan ancak, Türkiye'ye gelmeden önce PSV Eindhoven'i şampiyon yaptığı gibi Türkiye'den ayrıldıktan sonra da kariyeri başarılarla dolu olan Guus Hiddink var o koltukta..
Türk Milli Takımı başında yabancı bir teknik adamın oturması yüreğimizi sızlatmıyor mu?
Elbetteki evet..
Ancak "önceki" daha fazla acıtıyordu, yaptıkları, sözleri, yapmadıkları ile..Hatta O'nun yüzünden birçoğumuz "İrlandalı" bile olmuştuk 4 yıl boyunca..
3.5 milyon nüfuslu Uruguay'ın Dünya Kupasında çeyrek final oynamasının yanında, Uruguay'ın "toplam nüfusunun 7/1 i kadar lisanslı futbolcusu" olan 70 milyonluk Türkiye'nin "cam ekrandan" izlemesi de acıtıyor içimizi mesela..Hülasa 14 milyon nüfuslu Yunanistan'ın Avrupa Şampiyonu olmasına karşın, 14 milyon nüfusu sadece tek şehrinde barındıran bu kocaman ülkenin en büyük başarısının "hiçbir Avrupa ülkesi ile oynamadan Senegal ve G.Kore galibiyetleriyle birlikte elde ettiği "meşhur Dünya 3.lüğü apoleti." Ve biz halen o günlerle avunuyoruz "çağdaş dünyada."
Umuyor ve diliyoruz ki yeni dönemde 2012 Avrupa Şampiyonası'na katılmayı hedefleyen Milli Takımımız ile "yeniden" gurur duyarız..
Hayırla ve hayırlısıyla..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder