Gözlerinden çakmak çakmak kin, ağızlarından dolu dolu intikam, akıllarından ince ince şeytani planlar geçen bütün şer odaklarına karşı, 3 Temmuz denilen o meş'um süreçten bu yana verilen kutlu mücadelenin nurlu sabahında kazanılan bu şampiyonluk kimin eseri?
2010-11 sezonunun ikinci yarısında oynadığı 17 maçın sadece 1 tanesinde berabere kalan, içeride ve dışarıda bütün rakiplerini hizaya getiren, kazanırken bile onları asla küçümsemeyen, o sezon küme düşen Bucaspor ve Konyaspor dahil oynadığı bütün maçlarında adeta dokuz doğuran, kalesinde kabus dolu anları yaşayan, goller gören ve hatta mağlup duruma düşen Fenerbahçe, sezon sonunda 18.defa şampiyonluğunu ilan ettiği zaman hemen birileri düğmeye basmıştı.
"Karşı yaka" nın takımında o sezon yönetim değişmiş, bir sonraki sezon için büyük hamleler yapılmaya niyet edilmişti.
Bunun için de yüklü miktarda paraya ihtiyaç vardı.
3 Temmuz günü start alan bu şer operasyonunun hemen ertesinde CNN Türk'ün canlı yayınına katılan AKP Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş'ın, "Futbolda bugün itibariyle 6 milyar dolarlık bir pasta var, kimse bu pastayı tek başına birilerinin yemesine müsaade etmez." sözleri, aslında bu operasyonun da ana fikrini çok önceden gözler önüne seriyordu.
Ama "gören gözler" lazımdı bu detayı görmek için.
"Bakan gözler" değil..
Doğru ya, o sıralarda bütün "bakan gözler" fitili ateşlenen bu operasyonun ve kirli ittifakın çıkardığı patırtıya odaklanmış, o sırada da "birileri" parsayı toplama gayreti içerisine girmişti.
Önce, kongre üyeleri olan ve şimdilerde camialarının başına getirdikleri zat ile O'nun etrafında toparlanan zevat eşliğinde planlar yapılıyor, yemekler yeniliyor, hatta UEFA delegasyonu "misafir" ediliyordu özel konuk olarak.
Toplantılarda işlenilen ana tema "Fenerbahçe'yi, Şampiyonlar Ligi'ne almayın" dı.
Öncelikli hedef buydu.
Çünkü Fenerbahçe eğer Şampiyonlar Ligi'ne katılırsa, borsada değer kaybeden kulüp hisseleri ve maddi anlamda zora giren bütçe, bir nebze olsun rahatlayacak, yatırımcıya yine kazandırırken aynı zamanda da Fenerbahçe yükselişe geçecekti.
Bütün bu iftira ve karalamalara rağmen.
Medyada kurulan darağaçlarında, daha haklarında tutuklama kararı bile bulunmadan hükümleri verilen, hemen her akşam kendi yalanlarına ekran karşısındakileri de inandırmak için kırk dereden su getiren, kendi aralarında horoz dövüşü misali "objektiflikten" dem vuranlar, hatta ve hatta bu operasyonu tam 1 hafta önce kendi sosyal paylaşım hesabından "önümüzdeki günlerde bir operasyon yapılacak ama siyasi değil" sözleriyle "ağzından kaçıran" sözümona medya istihbaratçıları, müthiş bir dezonformasyon ile birlikte milyonları da yönlendirme gayreti içerisindeydiler Fenerbahçe'ye karşı.
Dönemin TFF Başkanı olan kişi de, bu ayakoyunlarına alet oluyor, oynanan oyunu göremiyor ve türlü türlü, birbiriyle çelişen açıklamalarının ardından nihai noktayı koyuyordu:
"Fenerbahçe, bu sezon Şampiyonlar Ligi'ne gitmeyecek, yerine TS gidecek."
Aylardır yapılan spekülatif haberlerle iyice dar boğaza giren Fenerbahçe, bu kararla birlikte iyice dibe çökerken gelirleri tamamen tarumar ediliyordu.
Öyle ki, günlük zarar onlarca milyon dolarlardan bahsediliyor, reklam ve sponsorluk anlaşmaları yeniden gözden geçiriliyor, yabancı futbolcular kulüpten ayrılmak istiyor, hatta Emenike örneğinde olduğu gibi formasını bile giymeden türlü tehditlerle ve iftiralarla sözleşmelerini feshediyorlardı.
İşte bu kara günlerin akabinde gelen sezonda ise Fenerbahçeli futbolcular, yüreklerini ve onurlarını ortaya koyarak bütün söylem ve iftiralara kulaklarını tıkıyor, sezonu "sadece 1 gol" az attığı için 2.sırada bitiriyordu.
Zira eğer o 1 gol son maçta atılmış olsa idi, "çifte kupayı" müzeye getirmeleri işten bile değildi.
Kazanılan Türkiye Kupası teselli olurken, ikinci sezonda çıkılan Avrupa Ligi serüveninde ise, kulüp tarihinin en başarılı sezonu yaşanılıyor, tam 69 resmi maç oynayan futbolcular sezonu Türkiye Kupası Şampiyonu, Lig ikinciliği ve UEFA Avrupa Ligi'nde yarı final oynayarak noktalıyorlardı.
Özetle;
Bütün bu kirli oyunlara karşı 2 sezonda 2 Türkiye Kupası, 2 Lig ikinciliği, 1 Avrupa Yarı Finali görüyordu bu camia ve fertleri.
Üstelik te bu zaferler elde edilirken statları kapatılıyor, haftalarca uzaklaştırma cezaları alıyorlar, futbolcuları türlü bahane ve komik gerekçelerle, olmayan "lan" larla, uydurma "dudak okumalarla" başkalarına olmayan "ekran görüntüleriyle" formalarından uzaklaştırılıyorlardı.
Caner Erkin, Emre Belözoğlu ve Raul Meireles örneklerinde olduğu gibi.
Ama bunların karşısında "asil evlat ve birinci sınıf vatandaş" rolünü giyenler ise, her türlü desteği yine sonuna kadar alıyorlardı.
Statlarında yaşanan her türlü şiddet eylemine karşı ceza almıyorlar, futbolcuları her türlü sertliğe ve hatta kasti tekmelere karşı görmezden geliniyor, kısacası her zaman olduğu gibi yine "es geçiliyorlardı."
Fenerbahçe camiasında ise Başkanları içeriye alınırken kaptanları Alex De Souza ise Karabükspor maçının 4.dakikasında dışarı atılıyordu, "tetikçi hakemler" tarafından.
Camianın bütün üyeleri gergindi.
Bütün üyeleri umutsuzdu.
Bütün üyeleri kırgındı sisteme karşı, sitem doluydu bu iki yüzlülüğe, kayırmacılığa karşı.
Yarışmacı ruhun gaspedildiği ve hatta iltimas geçildiği bu ortamda, Çağlayan'da, Silivri'de, Kadıköy'de polis jopuyla, biber gazıyla günlerini geçirmeyi öğrenmişler, artık acılardan acı duymuyorlardı.
Zira yürekleri ve bedenleri "nasırlaşmıştı" acı çekmekten.
Hissetmiyorlardı arık.
Yaşlısı genci, kadını erkeği, çoluğu-çocuğu bu şiddet evrelerinden geçiyorlardı.
Çileleri bitmemişti daha..
Ve 3.sezon..
Sezona Ersun Yanal hamlesiyle başlayan, az ama öz transfer yapan Fenerbahçe, pek çokları tarafından şans bile verilmemesine rağmen müthiş bir birliktelik örneği göstererek sezonu, haftalar öncesinden şampiyon apoletiyle tamamlamayı başarıyordu.
Ülkenin "kuzeydoğusunda" hergün isyan bayrakları açılıyor, lobi çalışmaları devletin zirvesine kadar uzanıyor, kabinenin üyeleri içerisinde bile açıktan açığa "Fenerbahçe'nin kupasını almak için inceden inceye çalışmaların yapıldığı" itirafları açıkça dile getiriliyordu.
Hergün farklı bir haber ortaya atılıyor, Başkan Aziz Yıldırım'ın yeniden içeriye alınacağı haberleri ısıtılıp ısıtılıp özellikle önemli maçlar arefesinde gündeme getiriliyor, haftalar ise birbirini izliyordu.
Hakemler sahada Fenerbahçe'nin haklarını "görmezden gelmek için" ellerinden geleni yapıyor, kasti tekmelere devam kararı çıkıyor, Karabük'te, Eskişehir'de, özellikle Sivas ve Elazığ'da oyuncuları bir hiç uğruna tribüne gönderiliyor, ama bu büyük camia "yoluna devam ediyordu."
Devletin zirvesi, ülke içerisinde hergün yaşanan olaylar karşısında bir "paralellik" arıyor, "dışarıya mesajları" artık hiç te devlet ağzına yakışmayan bir üslupla dillendirirken belki de ilk defa Fenerbahçeliler tarafından bu sözler nedeniyle "sessizlikle" karşılanıyordu.
Çünkü bu "paralel" çalışmalardan çok çekmişti bu camia ve fertleri.
Açık açık ifade edilen bu tehditler karşısında yılmayan, direnen, jopa tekmeyle karşılık veren, gaza göğsünü siper eden bu büyük taraftar, bugün ise kazanmanın haklı gururunu yaşıyor.
Çünkü onlar, bu başarı için maddi manevi bütün imkanlarını ortaya koydular.
Kulübün gelirlerinin gaspedildiği gün, Feneriumları resmen "patlattılar."
Yaptıkları alışverişle kulübe sıcak para girdisini sağladılar.
Öyle 300-500 binlik alışverişler değildi bunlar.
Bütün yurt genelinde yapılan kampanyalarda ciddi anlamda gelirler elde ediliyordu.
"1 günde 1 milyon" kampanyasıyla çıkılan yolun sonunda, kasaya tam "1 milyon 300 bin TL." koyuyorlardı.
Devletin zirvesi tarafından ortaya konan "paralel tehdit" bütün ülkede "karar düzeltmelerini" beraberinde getirirken maalesef Fenerbahçe hakkında verilen kararda ise "geçerli mahkeme" sıfatını alıyordu tarih sahnesinde.
Yetkileri lağvedilen, kararları yok sayılan bir ortamda Özel Yetkili Mahkemeler tarafından verilen kararların gerekçeleri yazılmamasına rağmen Yargıtay'dan jet hızıyla onamalar çıkıyor, tanığı olmayan, delili bulunmayan, muhatabı ise asla ortaya çıkartılamayan bir "sözümona davada" Başkan Aziz Yıldırım, 2 yıl 2 ay daha hapis cezası ile karşı karşıya kalıyordu.
Yurtdışında olduğu bir ortamda alınan bu karar karşısında hiç vakit kaybetmeden ülkesine dönen Aziz Yıldırım, binlerce kişi tarafından, üstelik te "bedava metro ve otobüsler" kullanmadan, "ertesi gün idari izinli" sayılmadan, "il dışından bindirilmiş kıtalar" gibi sevkedilmeden, akın akın, fevc fevc havaalanına koşan yüreği sevdalı insanlar tarafından karşılanıyordu.
Kıskanılırcasına hem de..
Dosya savcılarından birinin aylar sonra "Biz Fenerbahçe davasının birkaç günde biteceğini sanmıştık, ama bu direnişi gördükten sonra yanıldığımızı anladık" itirafı ise, bu büyük camianın aslında hakkını teslim ediyordu.
Ez cümle;
Bu sezon kazanılan şampiyonluk, her ne kadar bir bütünün eseri olarak görülse de özellikle Başkan Aziz Yıldırım'ın, camiasına bütün şartlarda verdiği birlik mesajları, durduğu dik duruş, söylemlerinden vazgeçmeden eyleme dönüştüren kararlı tavrı, yılmadan "yıldıran" tutumu nedeniyle bir başka değerlidir.
Aziz Yıldırım döneminde kazanılan şampiyonlukların en anlamlısıdır bu şampiyonluk.
Öyle ki, 2010-11 sezonundaki o zorlu süreçte bile, 17 de 16 yapılan o başarı tablosunda bile bu kadar zahmet, bu kadar çile, bu kadar ötekileştirilme yoktur.
Tecrit yoktur kısacası.
Dolayısıyla bu şampiyonluk, öncelikle "Aziz Yıldırım'ın" eseridir.
İkinci olarak, hemen her ortamda takımlarının ve camialarının arkasında duran, onları mağlubiyetler ve kötü günlerde bile destekleyen, maddi manevi her türlü imkanı sunan, bu camianın olmazsa olmazı durumundaki "Büyük Fenerbahçe taraftarının" eseridir.
Üçüncü olarak, sezon başında güven duyularak sunulan göreve talip olan, kendisine duyduğu güveni futbolcularına aşılayan, istenilen performansı sergileyen, dışarıda yaşananlar karşısında ekibini çok iyi idare eden, gergin ortamdan bütün takımı uzak tutan, demeçleriyle onlara duyulan güveni mağlubiyet haftalarında bile aşılayan "Ersun Yanal'ın" eseridir.
Ve tabi ki bu başarıda saha içi performanslarıyla büyük pay sahibi olan, dış dünyaya kulaklarını kapatarak sadece kendi işlerini yapmaya odaklanan, haklarında verilen büyük haksızlıklar karşısında işlerini yapmaya odaklanan asından yedeğine kadar, hatta alt yapı oyuncularına kadar "bütün Profesyonel Futbol Takımı" nın eseridir.
Onları bu başarılı yolda yanlız bırakmayan, her türlü ihtiyaçlarını karşılayan, "İdari ve Teknik Kadronun" eseridir.
Bu başarıda bütün payı geçenleri yürekten kutluyoruz..
Gönülden tebrik ediyoruz..
Nice nice şampiyonluklara diyoruz..
Kutlu olsun, mutlu olsun..